TANZANYA SAFARİ - SERENGETİ

           15.11.2015…VEEE ....SERENGETİ...!!!!!!


Sabaha kahvaltısından sonra, şoför ve rehberimiz Amani iki kişinin daha gruba katılacağını söyledi. Bir Hollandalı ve  bir Alman kız katıldı bize. Böylelikle araçta 7 safarici bir rehber - şoför ve bir aşçı olarak 9 kişi olduk.

Türkiye’de Tanzanya seyahatine yalnız gideceğimi söylediğimde, şaşkın vaziyette “yalnız mı? “ diyenlere söylüyorum, bakın el alemin kızları tek başına buralara geliyor. :)


Burada araca oldukça yük yükleniyor, çadırlar, matlar, uyku tulumları, mutfak malzemeleri, masa, sandalyeler ve bizlerin eşyaları. Aslında aracın üzeri safari sırasında açılıyor iken, bu yükler nedeniyle, bu gün sadece pencerelerden seyredeceğiz etrafı.


Bugün yolumuz oldukça uzundu. Yollar çok kötü ve şoför de arabayı hızlı kullanınca, mide bulantısı ilacı almama rağmen,  adeta içim dışıma çıktı. İlk giriş kapısı Ngrongoro'ydu. Burada giriş işlemlerini beklerken, burada bulunan Tanzanya’lı öğrencilerle ilgilendim. İlgim çok hoşlarına gitti. Tabi ki hatıra fotoğrafı çekilmeden olmazdı.


İlk hedef Ngorongo krateriydi. Burada aracımız mola verdi ve bu çok büyük krateri tepeden fotoğrafladık. Safari planına göre, dönüşte bu kraterin içine girip gezecektik. Burada kısa bir süre kalıp, çevreyi seyrettik ve yolumuza devam ettik.



Ngorongoro’dan Serengeti’ye kadar olan bu bölgede Masailer yaşıyordu. Yolda özel giysileri ve yüzlerine sürdükleri beyaz makyajları olan kadın Masailer bekliyordu. Buraya gelen turistlerle para karşılığı fotoğraf çektiriyorlardı. Dönüşte bir Masai köyüne gidip, köyleri için bir miktarda bağış yapıp, bolca fotoğraf çekilecektik bu nedenle onlarla fotoğraf çektirmedim. Ama çekilmemekle yanlış yapmışım, daha sonra bunun nedenini anlatacağım.


Nihayet Serengeti ulusal parkı kapısındaydık ve bu kapıdan itibaren vahşi yaşam başlıyordu. Buradan başlayıp, tekrar ikinci bir kapıya kadar süren yolculuğumuz sırasında belki on binlerce Öküz Başlı Antilop ve onlara göre sayısı daha az Zebra gördük. 

Bu bölgede bulunan bu hayvanlar yırtıcıların hedefi değildi henüz, bu bölümde sadece tek tük Sırtlan gördük.


Uzunca süren bir yolculuktan sonra ikinci kapıya geldik. Buradan geçmek oldukça zahmetliydi. Bir sürü evrak kontrol ediliyor ve araçlar sıkı bir kontrolden geçiriliyordu. Gerçek vahşi yaşam burada başlıyormuş meğerse ve önlemler üst boyuttaydı. 



Rehberimiz işlemleri yaparken, biz de öğle yemeğimizi yine hazırlanmış kumanyalarımızla yaptık. Uzunca süren bu süreç nedeniyle de çevreyi gezip fotoğrafladık.


Yolda ilerlerken yırtıcıların hedefi olan hayvanların gittikçe azaldığını gözlemledim. Belki de geçtiğimiz ilk bölüm daha korumalı bir bölge olması nedeniyle, yırtıcı hayvanlar burada yoktu ve diğer vahşi hayvanların sayısı da oldukça büyük sayıdaydı. 

Yolda ilerlerken zaman zaman yırtıcı hayvanları görmeye başladık. Gördüğümüz bu hayvanların resmini çekerken oldukça heyecanlıydık.


Bugün beni ilk heyecanlandıran şey, yol kenarında yatan üç aslan ile karşılaşmamız oldu.  Aracımızla yanlarına gittik ve çokça fotoğraflarını çektik. Aslanlara bu kadar yakın olmaktan çok mutlu ve keyifliydik. Onlar ise bizim varlığımızı umursamaz görünüyorlardı. Demiştim ya insanlara alışmışlar diye. Ama tabi ki  biz kafesimiz içinde ve böylelikle güvendeydik. Safari süresince araç asla terkedilmiyordu, zaten yasaktı.


Yolda yine bir fil ailesine rastladık. Tarangire'den beri böyle kalabalık fil grubuna rastlamamıştık, özlemişiz onları.


Artık akşam olmaya başladı ve bu sonsuz düzlükte tek tük ağaçların üzerinde akbabaları görmeye başladık.

Sadece hedefimiz bu gece kalacağımız Nyani kampına ulaşmaktı artık. Kampa vardığımızda, çadırlarımızı kurduk ve yerleştik. Toz topraktan kurtulmak için, yazın bile soğuk suyla duş alamam ama, burada soğuk suyla duş almak zorunda kaldım. Buradaki kamp şartları böyleydi.

Kamp çevresi herhangi bir çit ile çevrili de değildi. Yani çadırlarımız içinde hapis vaziyette, vahşi yaşamın ortasında olacaktık tüm gece boyu..


Bizler çadırlarımızda dinlenirken aşçımız Bob, akşam yemeği hazırlıyordu. Her kampta bir yemekhane ve mutfak bulunuyordu. Yemekler genelde fena değildi ama hijyen hak getire, mutfağı görenin canı pek yemek yemek istemez ama, bu insan yerleşimi olmayan bölgede çareniz yok, ya yiyeceksiz ya da aç kalacaksınız. Tabii ki bu yemekleri yedik.


Akşam yemeğini takiben herkes çadırına çekildi. Dışarıda hava biraz soğuk ama çadırların içi oldukça iyiydi. Oğlum Doruk’un verdiği uyku tulumu bile sıcak geldi. 

Dışarıdan gelen hayvan bağırışları arasında günün yorgunluğuyla uyumaya çalıştım. Neredeyse çadırımın dibinden gelen bir hayvan çığlığını duyunca hemen cep telefonumun ses almasını açtım. Gece karanlığında telefonu buluncaya ve ses kaydını açıncaya kadar çığlık giderek yavaşladı. Ama az da olsa sesi kaydedebildim. Sesin hangi hayvana ait olduğunu ve nedenini görme şansım yoktu.

          16.11.2015            SERENGETİ….

Sabah saat 05.30 da kalktık ve kahvaltı yapmadan, saat 06.00 da yola çıktık. Bugün çok miktarda Aslan, Leopar, Tilki, Fil, Sırtlan, Domuz, Hipopotam, Zürefa, Çita, Maymun, çeşitli yırtıcı kuşlar, vs. gördük.







Fotoğrafta görüldüğü gibi, safariye balonla da katılmak mümkün ama tabii ki fiyatı benim için oldukça yüksek olmalı. Bize de sadece balonun fotoğrafını çekmek düştü.


Bir ağacın altında, belki de gece avlanmanın verdiği yorgunlukla, bir aslan ailesi dinleniyordu. Etraflarını bir yay gibi saran safari araçlarını ve onları ilgiyle izleyen insanları umarsızca izliyorlardı. Tabii ki ormanlar kralı olmak kolay değil. Daha önce uzaktan gördüğümüzde dahi heyecanlandığımız aslanlara bu kadar yakın olmak oldukça güzel bir duyguydu. Bu durumu bir kaç kez yaşadık.



Bu dişi aslanın boynunda bir tasma vardı. Herhalde bilim insanları tarafından takip edilen bir aslandı bu. Ya da sahibi tarafından, tasmasından tutularak gezdirilen..:)


Bu uçsuz bucaksız düzlükte bazı tepeler ve taş tepecikler vardı. İşte bu taş tepeciklerini farklı aslan aileleri sahiplenmiş ve orasını yuvaları yapmışlardı.


Yolda ilerlerken rehberimiz bir başka araçtaki rehberle konuştu ve yola devam etti. Sanırım birbirlerine ne tarafta hangi hayvan var onu danışıyorlardı. Bizi bir yere götürdü biraz uzaktan da olsa, ağaç üzerinde uyuyan iki leoparı gösterdi. Bir süre, daha iyi fotoğraf çekebilmek için hareket etmelerini bekledik. Onlar da bizi fazla üzmeden yer değiştirdiler ve daha fazla pozisyonda fotoğraflama şansını bulduk. Resimdeki Leoparları bulabildiniz mi? 


Yine yolumuz üzerinde bir miktar araç toplanmıştı ve burada bir çita olduğunu söylüyorlardı ama görünen bir şey yoktu. Yine burada bir süre bekledik. Birden çalıların arasından bir çita çıktı ve  (fotoğrafta görüldüğü gibi) adeta bir poz verip yoluna devam etti. 


Yolumuz üzerinde vahalar vardı. Bu vahalarda etraflarında ağaçlar olan su kanalları bulunuyordu. Bu su kanalı içinde de hipopotamlar, ara sıra kafalarını sudan çıkarıyorlardı. Nihayet bir tanesi sudan çıktı ve çimenlerin üzerine yattı bize fotoğraflama imkanı sağladı. Bu fotoğrafları çekebilmek için bazen uzunca zaman araç içinde beklemek zorunda kaldık.


Yolumuz üzerinde gördüğümüz sırtlan bizden biraz rahatsız oldu ve yakınımızdan hızla uzaklaştı.


Yolda zebralara rastladık, onların fotoğraflarını çekmeye çalışırken onlar sakince bize bakıyorlardı.


Hayvanat bahçelerinde hayvanlar bir kafes içinde, insanlar özgür, burada ise hayvanlar özgür veinsanlar kafes içindeydi. Safarinin farkı buydu.!!!







Daha önce yazmıştım, safari sırasında araçtan inmek kesinlikle yasaktı.  Sadece belirlenmiş güzergahlar takip ediliyordu. İşte o uçsuz bucaksız Serengeti düzlüğünde güzergah üzerinde hayvanların bulunmasını umut ederek ilerledik hep. Şansımız yaver gitmezse bir çok hayvanı görememiş olabilirdik.

Aslında ne yalan söyleyeyim sanki onlar da kendilerini göstermek istermişçesine yol kenarlarına kadar geliyorlardı. Hatta biz geçerken adeta "biz güçlüyüz" dercesine, yoldan karşı karşıya da geçiyorlar ve bizi bekletiyorlardı.




Öğle yemeği için tekrar kampa döndük. Bob yemekleri hazırlamıştı ve kahvaltı yapmadığımız için de oldukça açtık. Yemeğin ardından geri dönüş yoluna çıktık. Bahsettiğim vahşi yaşam girişi olan ilk kapıya geldik. 

Burada midem bulanmaya başladı ve o andan itibaren Ngorongoro’daki kampımıza kadar yolculuk benim için tam bir felaketti. Sık sık aracı durdurup kusuyordum ve yolun bir an önce bitmesini istiyorum ama oldukça uzun bir yolumuz vardı hala. O haldeyken sarsıla sarsıla bir araçta gitmeyi düşünü. Katlanmaktan başka bir çarem yoktu.

Yolda bir Masai köyünde durduk. Onlar bu işi tam bir ticarete dökmüş. Kabile reisi bizi karşıladı ve girişte herkesten 10 ar dolar aldı. Rehberimiz bu para ile su ve yiyecek temin ettiklerini anlattı.

Ama onların yaşamını görmeyi ve hatta onlarla dans etmeyi çok istememe rağmen, Masai görecek halim yoktu. Ekibin diğerleri köyü gezerken ben de bir kenarda kusmaya devam ediyordum. 


Bu resmi daha sonra başka bir yerde çekildim.

Masailer, Kenya’da Masai Mara’dan Serengeti’ye kadar olan bu bölgenin en vahşi kabilesiymiş ancak şimdi çok barışçılar. Bir Masai avcısı sadece bir mızrak ve kalkan ile bir aslanı avlayabiliyormuş. 

Hepsinin kulak memelerinde koskoca bir delik vardı. Kadınların o kocaman delikli kulaklarında ağır küpeler. Hepsinin üzerinde kırmızı ekose bir örtü ve ayaklarında otomobil lastiğinden yapılmış ayakkabıları vardı.

Taze hayvan kanını sütle karıştırarak ve etle besleniyorlarmış.  Meyve ve yeşillikleri hayvanların yiyeceği olduğunu düşünerek yemiyorlarmış. Hepsi zayıf ve çelimsiz ama demek ki yürekli insanlar, tek başlarına aslan avladıklarını düşünün. Temizlik gibi bir sorunları yok ellerini falan yıkamadıkları için et kokuyorlardı.

Kaldıkları küçük köyleri çalılarla çevrilmiş ve barınakları da çalı çırpıdandı. Genellikle hayvancılık yapıyorlar ve daha çok büyükbaş ve keçi besliyorlardı.

Bir Masai erkeği 5-6 kadınla evlenebiliyormuş. Rehberimiz 14 karısı olan bir erkek de olabildiğini söyledi.

Ekibimiz buradaki gösterileri izledikten sonra tekrar yola koyulduk ve sarsıla sarsıla ilerledik. Tabi ben yine aracı zaman zaman durdurup kendimi dışarı atıyordum.

Nihayet Ngorongoro’daki kalacağımız Simba kampına vardık. Şoför rehberimiz beni ısrarla yakında olduğunu söylediği sağlık merkezine götürmek istedi. Oysa ben sadece uzanıp yatmak ve dinlenmek istiyordum. Israrıyla bir köydeki sağlık ocağına gittik ama orada doktor yokmuş.  Geriye dönünce kendimi hemen çadırıma attım..


Serengeti'de'da kaldığım çadırım ve eşyalarım.

Akşam yemeğinde Türkiye’den getirdiğim peyniri midemi bastırması için ekmekle yedim. Aldığım ilaçlarla sabaha doğru kendime geldim ama gece boyunca pek uyuyamadım.

Daha sonra mide bulanma konusunu Zanzibar'da da yaşadım. Sonradan yaptığım Tayland seyahatimde de aynı sorunu yine yaşadım. Bu süreçte bulantının başladığı yerlerde ne yediğimi düşündüm. Sonuçta buldum hepsinde PAPAYA vardı. Papaya tansiyonumu tavan yaptırmış ve bana böyle kötü süreçleri yaşatmış. Artık papaya ağacının yanından bile geçmiyorum.

Yarın yolumuz Ngorongo kraterine…….




İYİ SEYAHATLER
      

Hiç yorum yok: