ÖZBEKİSTAN - BUHARA

Ekim 2014        


Semerkand turumu tamamladıktan sonra ver elini Buhara. Buhara'ya yine eksperes tren ile gittim. Bu trenin adı da, SHARQ EKSPRES. Bu tren yolculuğum da yine bir Özbek aile sohbet ve notlarımı yazmakla geçti. Bu yolculuğum da yine 3,5 saat sürdü.

Tren istasyonu şehirden 12 km. uzaktaydı. Bunun nedeni ise o dönemdeki Buhara Emir'i 1889 yılında kurulan hattı medeniyetle arasındaki bağlar en aza indirgensin diye şehre bu kadar uzakta kurdurmuş. Bu nedenle Buhara Yasak şehir diye de anılıyor. Yüzyıllar boyunca hiçbir yabancının giremediği tek şehir belki de Buhara olmuş.
      

İstasyona inince, burada da taksiciler adeta üzerime üşüştü. Sonuçta bir taksi ile daha önce rezervasyon yaptığım, Salom Otele geldim. Bu otel de küçük bir otel ve doğu tarzı bir mimariye sahipti. Mevsim itibariyle turist sayısı çok yoğun değildi, Rezervasyon yapmadan gidip orada daha ucuza da kalmak mümkün olabilirdi. Bu otel isminden de anlaşılacağı üzere bir museviye aitti.

Buhara Özbekistan’ın şehri olmakla birlikte, burada yaşayan Tacik nüfus daha fazla. Özbeklerin dediğine göre Tacikçe bilmeyenin burada yaşama şansı azmış. Dolayısıyla Özbekler de Tacikçe biliyorlar.


Biraz Buhara tarihinden söz edelim;  Buhara, Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden birisi. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiş. Şehirde yapılan Arkeolojik kesit çalışmalarında yaklaşık 20 m kadar derinlikteki alt katmanda; kamusal binalar, askeri tahkim yapıları ve çanak-çömlek ve madeni paralar gibi çeşitli arkeolojik buluntulara rastlanılmış.

Buhara tarih boyunca bölgenin önemli kültür ve ticaret merkezlerinden bir olmuş. Zerefşan Irmağı'nın aşağı havzasındaki büyük vahada yer alan Buhara şehrinin denizden yüksekliği 220 metredir. Belli başlı ilim merkezlerinden biri olan Buhara'da binlerce bilim adamı  yetişmiş. Şehre hayran kalan ünlü gezgin “Marco Polo” nun yazıtları, burayı İpek Yolu’nun entelektüel ve kültürel bir merkezi haline getirmiş. Tasavvuf anlayışı, Anadolu’ya kadar etkili olan Ahmet Yesevi burada yetişen ünlü kişilerin başında geliyor. Buharalı mutasavvıflar arasında Bahaeddin Nakşibendi de bulunuyor.



İpek yolu üzerinde olan bu kentte ticari faaliyetler çok gelişmiş. Bu nedenle kentte çok sayıda kervansaray bulunuyor. Müslümanlar Buhara’yı  fethettikten sonra,  pekçok cami, medrese ve kütüphane gibi mimari eserler yapmışlar. Burada birçok kervansaray bulunmasına karşın çoğu kapalı ve devlet koruması altına alınmış durumda.    


Buhara’da tarihi yapılar şehrin merkezinde ve yürüme mesefesinde. Kaldığım otel de bu merkezde Lyabi Havuz ( Lyabi khauz) yakınındaydı. Bu havuzun kuzeyinde Kukeldaş Medresesi, batısında Khanaka Medresesi ve doğusunda Nadir Bey Medresesi bulunuyor. Havuzun etrafında kafeler var, daha sonra bahsedeceğim tanıştığım Türkçe bilen  bir genç bu kutsal yerlere yakın kafelerde içki içilmesine tepki gösterdi. 

Kahverengilerin ve mavilerin şehri olan Buhara, göz alıcı pazarları, muhteşem çini mozaikleriyle insanın bambaşka bir ortamı yaşamasını sağlıyor.


Kukeldash Medresesi, Orta Asya'nın en büyük (80x60 metre) ve en anıtsal bir yapılarından birisi.

Nadir Divanbeyi Medresesi, (1622-1623) kervansaray olarak inşa edilmiş. Imankuli Han bu kervansarayın medrese olması için emir vermiş ve burası medreseye dönüştürülmüş.

Khanka Medresesi  


Bu medreseleri gezdikten sonra, Nadir Bey Medresesi önünde bulunan Nasreddin Hoca Heykelinin önünde bir resim çekilmeyi ihmal etmiyorum.

Özbekler de bizim Nasreddin Hoca'ya sahiplenmişler ve Özbek olduğunu söylediler.



Buhara'da eski çarşılar renkli görüntüleriyle turistik eşya satan dükkanlar haline dönüştürülmüşler. Burada en dikkati çekenler tabii ki Buhara halılarıydı. 


Uluğ Beg Medresesi, şehirde Ulugbek tarafından inşa edilmiş ilk medrese. Bu medrese nispeten küçük olmasına rağmen dikkat çekiyor. Giriş holü, kubbe salonları, cami ve kare bahçe oldukça görkemliydi.


Abdulaziz-Khan Medresesi,1651 yılında, Abdulaziz-han İbn Nadr-Muhammed tarafından yaptırılmış. Ön cephesinden bakıldığında ilk anda Uluğbek Medresesine benziyor ama bu medresenin boyutları (50 x 67 metre) dolayısyla ondan daha büyük. Özellikle iç dekorasyonu muhteşem güzellikteydi.


Miri Arap Medresesi, burası 16. yüzyıldan kalma ve Buhara şehrinin mimari anıtlarından birisi. Avlunun üzerinde mozaik bir tambur üzerinde mavi büyük kubbe yükseliyor. Medresenin iç kısmının fotoğraf çekmek isterken medrese öğrencileri ve öğretmenleri beni engelledi. Burada fotoğraf çekilmesi günahmış. Burası halen aktif medrese olarak kullanılıyor.


Miri Arap Medresesi'nin hemen karşısındaki, Amir-Alimkhan Medresesi ise 19.yüzyılda inşa edilmiş.


Kalyan Camii, Caminin boyutları 80 x 130 metre. Yüksek gubbeli ve büyük dikdörtgen avlulu. Günümüzde Buhara şehri manzarasına hakim olan bu yapı, 1514 yılında tamamlanmış. Caminin dekorunda öncelikle sırlı çini kullanılmış ve bunlar ağırlıklı olarak ana cephe ve mihrap üzerine yoğunlaşmış.


Kalyan-Kollon Minaresi1127 yılında inşa edilen en büyük minare olarak  biliniyor. Onun muhteşem ve kusursuz görüntüsü, Buhara şehri manzarasında görenleri hayrete düşürecek düzeyde. Buhara şehrinin bu en görkemli yapısı. Yukarıya doğru daralan yuvarlak gövde şeklindeki tuğla kule, karakteristik bir minareymiş ve alt çapı 9 metre, üst çapı 6 metre.

Minare, kuşatma ve savaş zamanlarında aynı zamanda bir gözetleme kulesi olarak da kullanılmış. 


Ark Kalesi, Buhara'daki en eski anıtların başında geliyor. Ark’ın devasa kapısı ilgi çekiyor. Kale duvarları yanmış tuğla ile yapılmış. Mevcut duvarların genişliği 11 metreye ulaşmaktaymış. Yüksekliği ise  30-40 m civarında. Ark kalesi, Buhara hanları tarafından konut olarak kullanılmış.


Ark içinde, Emirin konaklama odası, polis bölümü, ahırlar, giysi, halı, mutfak eşyaları, hazine, tophane, hapishane, cami görülebilir. Arkada da galeri ile çevrili bir müzik odası bulunuyor. Yan tarafta ise, mahkumların atıldığı nemli zindan bulunuyor.


Buhara Emir'inin taht odası, güneydeki girişin hemen ardında bulunuyor. Burası ahşap sütunlar üzerine tuğla döşeli olarak inşa edilmiş. Uzun eksen bahçede Emir tahtı bulunuyor. Bu mermer taht: mermer sütunlar üzerinde, boyalı, ahşap gölgelik altında, 1669 yılı Nuratian ustaları tarafından yapılmış.


Magoki-Attori Camii, şehir merkezindeki bu cami, kentsel caminin bir örneği. Cami İslamiyet öncesi Pagan tapınağı yerine inşa edilmiş. Orta Asya mimarisinin mükemmel örneklerinden birisi. Cami şimdi halı müzesi olarak kullanılıyor.


Chor-Minor Medresesi (Dört Minareler), Tacik dilinde “Chor-Minor” dört minare anlamına geliyor. Buhara mimarisinden farklı, Hint mimarisi tarzında. Kare şeklindeki medrese binasının üstü mavi kubbe ile taçlandırılmış. Köşelerinde ise birbirinden farklı dekorlardaki dört küçük minare bulunuyor. Bu dört minaresin her biri farklı şekle sahip. Türkmen halife Niyazkul zamanında yapılan ve günümüze iyi korunarak gelmiş bir yapı. Medresinin yapım tarihi olarak 1807 öngörülmekte. 


Bahaeddin Nakşibendi Tekkesi ve mezar kompleksi. Şehir merkezine 12 km uzaklıktaki köyü Kasri Orifon’da bulunuyor. Bahaeddin Nakşibendi'nin ölümünün ardından buraya müritleri, takipçileri ve Nakşibendi tarikatı üyeleri gömülmüş. Şu anda  kompleks Nakşibende tarikatı üyeleri tarafından kutsal kabul edilmektedir ve aktif olarak hala hac yeri olarak kullanılıyor.


Buhara'yı gezerken bir gençle tanıştım. Geleneksel müzik CD'si almak için bakarken nereli olduğumu sordu, Türk olduğumu söyleyince çok sevindi. Türkiye'de 2 yıl bulunmuş ve Türkçe'yi iyi konuşan bir gençti İbrahim. Oldukça muhafazakar birisiydi. (sağdaki)


Ona güzel bir Özbek Pilavı yemek istediğimi söyledim. Beni bir restorana götürdü orada pilav yedim. Pilav kahverengiydi oysa en güzel Özbek Pilavı beyaz pirinçten olurmuş, kalmadığı için onu verdiler ama işletenler, diğerini yiyemediğim için de üzüldüler.

Tarih ve mistik bir hava solumak isteyenler için, Buhara gerçekten görülmesi gereken yerlerden biri.  


Özbekistan GENEL ve FAYDALI BİLGİLER yazımı okumak için tıklayınız..


İYİ SEYAHATLER





ÖZBEKİSTAN - SEMARKAND

Ekim 2014

Taşkent’ten sonra sıra Semerkand’daydı. Taşkent ile Semarkand arasında hızlı ve normal tren ile rahat bir yolculukla ulaşılabiliniyor. Hızlı olan (Afrasiyab) 2 saatte, normal tren (Nasaf) 3,5 saatte gidiyor. Hızlı trende yer kalmadığı için normal trenle gittim.



Bu trene Nazaf adı verilmiş 


Taşkent'ten Semerkand'a olan tren yolculuğumuz sırasında tanıştığımız Fakriddin adlı demiryollarında çalışan bir Özbek'le sohbet ettik ve beni bir sünnet düğününe davet etti ama yeterli vaktim olmadığı için kabul edemedim. 


Yine kompartmanımızda Rus karı koca Denis ve Elena ile birlikte yolculuk yaptık ve sohbet ettik yolculuğumuz sırasında.

Buranın ünlü şarkıcısı Ozodbek Nazarbekov'u dinleyerek ve Seyahatname'ye Özbekistan'ı yazarak yolculuğa devam ettim.


Semerkand’da internetten rezervasyon yaptığım Royal Palace otelinde kaldım. Otel küçük, sevimli ve çalışanları oldukça samimi ve yardımseverdi. Türkiye’de bir yıl yaşamış olan Babur iyi Türkçe biliyordu ve çok candan ve yardımsever bir gençti. Bana hep yardımcı oldu, onun yardımı dolayısıyla Semerkand'da rahat günler geçirdim. 


Yine Babur'ün önerdiği ve otelin yakınında bulunan Samarkand Resturant oldukça temizdi. Çok lezzetli geleneksel yiyecekleri vardı. Klasik yiyecekleri şaşlığı bunu çeşitli etlerden yapıyorlardı. Burada yediğim tavuk kanatın lezzetini hiçbir yerde tatmamıştım doğrusu.Tabii ki Özbek Pilavı buranın en bilinen ve lezzetli yiyeceği. Kazakistan’da yediğim ve çok beğendiğim Lagman’ı burada da yedim, o da oldukça lezzetliydi.

                          
Kısa bir tarihçe; Semerkand, Orta Asya'nın en eski şehirlerinden biri. Zerafshan nehri vadisinde bulunuyor. Şehrin kuruluşu M.Ö. 2000 yılına dayanıyor. Şehrin adı ilk olarak M.Ö. VI. yy'da Yunan metinlerinde Sogdiane'nin başkenti Marakanda diye geçiyor. M.Ö. 329'da Büyük İskender'in eline geçerek tahrip edilmeden önce Semerkand, Çin ile Batı arasındaki ipek yolu üstünde gelişmiş büyük bir şehirmiş. Moğol istilâsına karşı verilen mücadelelerin ardından 1365'te Timur Han'ın kurduğu imparatorluğun başşehri olmuş.



Burada ilk durağım Registan Meydanı oluyor. Burada üç medrese var, bunlar Uluğbey Medresesi ve camisi, Şirdar MedresesiTilla Kari Medresesi ve camisi.


Uluğ Bey (1393-1449), Timur Han'ın torunu, Şahruh'un oğludur. Çağının öğretim geleneklerine uyarak önce din bilgilerini, sonra mantık ve astronomi konularını öğrendi. 1409'da babasının yardımıyla Semerkand hükümdarı oldu. Çağının ünlü bilginlerini saraya toplayan Uluğ Bey, astronomi ve matematik alanındaki çalışmalarıyla ün kazandı. Yıldızların ve ayın hareketlerini gösteren tablolar düzenledi. Ali Kuşçu’da Uluğ Bey’in öğrencisi olmuş, astronomi alanında birlikte çalışmışlar.


Uluğ Bey Medresesi (1417-1420)  içinde bir de cami bulunmaktadır. Burada gördüğüm camilerin içleri bizimkiler gibi ihtişamlı değiller daha sade ve gösterişsizdiler. Sadece aşağıda bahsedeceğim medresede böyle bir ihtişam gördüm.


Uluğ Bey Medresesi ve diğer medreseler Rusya’daki  1917 devriminden sonra kapatılmış. İçindeki küçük dersaneler şimdi hediyelik eşya dükkanı olarak kullanılıyor. Bu küçük dersanelerde iki öğrenci ve bir öğretmen ders yapıyorlarmış.


Bu medreseler eski bir nehir yatağı üzerine kurulmuş. Meydanda ve o döneme ait yerlerde yağmur sularının toplandığı yandaki resimdeki görüleceği gibi havuzlar vardı ve bunların deliklerinden su sızarak toprağa karışıyormuş.


Diğer iki medrese de Uluğ bey medresesi gibi restorasyon görmüş. Eski halleri oldukça kötü durumdaymış. Çini ve mozaiklerin çoğu sonradan yapılmış,gerçek olanları ise medreseler içerisinde sergileniyordu.

Bunları burada bana yardımcı olan rehber Sahnoza anlattı.



Bu medreselerden, Tillya Kori Medresesi (1646-1660) ve camisi oldukça görkemliydi.



  
Uluğ Bey'den bahsederken rasathanesinden de söz edelim. 1428-1429 yıllarında Ulubey tarafından bir tepenin üstüne yapılmış. 46 metre çapında, 30 metre yüksekliğinde bir yapı. Ana salonun kubbesinde ay, güneş, diğer yıldızları incelemek için yapılmış ve zamanının tek örneği.

Ulubey bir yılı 365 gün 6 saat 10 dakika 8 saniye olarak hesaplamış. Günümüzde yıl 365 gün 6 saat 9 dakika 9,6 saniye olarak hesaplanmaktadır. O çağda bile doğruya en yakını o bulmuş.


Yukarıdaki resimde diğer astronomlar ile Uluğ Bey'in bir yıl ile ilgili karşılaştırma tablosu görülmekte.


Bu rasathanede aynı zamanda bir Uluğ Bey Müzesi de yer almaktadır. Burada Uluğ Bey'in astronomi çalışmaları ve aletleri sergileniyor.


Müzede ünlü Türk matematikçi ve astronom Ali Kuşçu ile Uluğ Beyin birlikte çalışmalarını gösteren bir minyatür.



Bibi Hanım Camisi ve külliyesi gibi pek çok kıymetli eser yaptıran Amir Temur, şehri Orta Asya'nın en önemli ekonomik ve kültürel merkezi haline getirmiş. Semerkant'ta bir devasa cami yaptırmaya karar vermiş, bu cami ve külliyeyi yaptırmış. Ana salondaki küçük kubbe 40 metre çapında ve dışardaki duvarların uzunluğu 167 mt ve 109 mt genişliğinde.



Bibi Hatun Camisinin yanında Eski Pazar bulunuyor, Bu pazar 600 sene içinde çok az değişikliğe uğramış.


Ben de bu pazarı gezdim. Bir çok farklı cinste badem ilgimi çekti, genellikle ince kabuklu bademlerdi bunlar. Bir miktar alıp yedim, gerçekten oldukça lezzetliydiler.


Shohi Zinda Türbesi, çeşitli yüzyıllarda yapılmış yirmi kadar cami, türbe ve medreseden oluşuyor.


Buradaki dini yapılar ve türbeler XI. yy'da yapımına başlanmış ve XIX. yy'a kadar yapımı sürmüş. XI-XII. yy'da yapılanların şu anda sadece mezar taşları kalmış. Çoğunluğu XIV ve XV. yy'da yapılmış. XVI ila XIX. yy'da yapılmış olan tadilat, ana görünümünde değişiklik yapmamış.


Burada, Peygamberin kuzeni Kusam Ibn Abbas'ın Türbesi ve kompleksi (Sahabe Qusam bin Hüseyin) de bulunuyor.



Amir Timur’un karısı Kutluğ Oko Türbesi, Timur’un oğlu Amirzade Türbesi, Timur’un kumandanlarından Amir Hüseyin’in Türbesi (Tuğlu Tekin), Timur’un kızkardeşi Shirin Beka Oko Türbesi, yine kız kardeşi Turkon Oko ve kızı Shodi Mulk Oko‘nun Türbesi, Türbelerin mimarı Usto Ali Nasafi Türbesi, Timur’un generallerinden Amir Burunduk TürbesiHoca Ahmet TürbesiTuman Oko Kompleksi ve bunların üzerinde de şehrin mezarlığı bulunuyor.


Burada mezar taşları üzerinde ölenlerin resimleri dikkatimi çekti, Ruslarda esinlenmiş olsalar gerek. Müslümanlarda böyle bir adet bilmiyorum.


Türbeleri ziyarete gelen yaşlı Özbekler, oldukça dik olarak yapılmış merdiveni, yandaki duvara tutuna tutuna zorla çıkıyorlardı. Zorlanmalarına rağmen inatla türbelere ulaşmaya çalışıyorlardı.


Mezarlığın az ilerisinde de Hazrat Khizir (Hızır Hazretleri)  camisi bulunuyor.


Özbekler, Timur Han'ın türbesine "Gur-ı Emir" diyorlar. Semerkand'ın her tarafından görülebilen türbe karakteristik mimari yapısıyla bir şaheser.


Timur'un torunu Uluğ Bey ve ustaları Sait Baraka ile Sayyid Umar, Muhammed SultanŞahruh MırzaMiranşahAbdulla Mırza ve Abdurakman Mırza'nın  da yattığı türbe mavi çinileriyle göz alıcı bir ihtişama sahip.


Binanın en eski inşası XIV. yy'nın sonunda Muhammet Sultan'ın emriyle yapılmıştır. Şimdi, medresenin ve Han'ın temelleri, giriş kapısı ve 4 minarenin bir tanesinin parçaları kalmıştır. Türbenin yapılışı Muhammet Sultan'ın ansızın ölümünden sonra 1403 yılında başlamış. Fakat asıl binayı Uluğbey tamamlamış.


Türbenin arka bölümünde ise Ak Saray bulunmaktadır. (Birileri Ak Saray ismini buradan mı almış acaba? :)

Beni buraya getiren taksici Türkiye'den geldiğimi öğrenince, Türkçe bilip bilmediğimi sordu. :) Sonra da yol boyunca Türkçe konuştuk. Kendisi de oranın Türklerindenmiş. Türbeye varınca, Türk olduğum için para almak istemedi ve ısrarlarım karşısında kabul etti. Burada insanlar Türklere karşı sevgiyle yaklaşıyorlar.



Semerkand da ayrıca bir tarihi şarap müzesine gittim. Orada Fransızlardan oluşan bir grup ve rehberleri vardı. Rehbere, müslümanlıkta şarabın haram olduğunu söyledim. O da benim şarap içip içmediğimi sordu. :)


Daha önceki Taşkent yazımda Ali Şer Nevai'ye verilen önemden söz etmiştim. Semerkand'da da onun ismini verdikleri büyük bir park ve heykeli de bulunuyor.

Semerkand'a yapmış olduğum geziden memnun kaldım. Tavsiye ederim .


Özbekistan seyahatimin BUHARA bölümünü okumak için tıklayınız..


İYİ SEYAHATLER