TÜRKİYE - MACAHEL

AĞUSTOS 2009

GÜRCİSTAN SINIRIMIZDAKİ MUHTEŞEM VADİ

               
Bir uçak yolculuğum sırasında uçakta okuduğum bir dergide, Macahel'i okuyup merak etmiştim. Bu nedenle sadece burasını değil, Doğu Karadeniz'in bazı bölümlerini de içine alan bir gezi olsun diye düşünerek, bir haftalık bir program yaptım kendime.


Her yaptığım gezide olduğu gibi, bu tur için önceden hazırlık yaptım. Hangi yol takip edilir? Nasıl ulaşılır? Nerde kalınır? Ne yenir, ne içilir? Bunların adresleri, telefon numaraları gibi. Güzel bir dosya hazırlığı yaptım. Bu dosyaya uçak yolculuğunda şöyle bir göz atayım dedim. Okuduktan sonra dosyayı önümdeki koltuk arkasına koydum ve onu unutarak uçaktan indim. Aklıma geldiğinde işi işten geçmişti uçak kapıları kapanmıştı. Artık sadece aklımda kalanlara göre hareket etmek zorundaydık.




Daha önce yazdığım Artvin ve Güney Kaçkarlar yazıma buradan devam ediyorum. Kaçkar dönüşü rotamızı Borçka üzerinden Karagöl ve Macahel'e çevirdik. Önce Karagöl'e geldik. Burası tam manasıyla cennetten bir köşeydi. Eşsiz bir doğa harikası, göl ve etrafını çeviren yeşilin tonlarıyla süslü bir ormanı vardı.


Etrafta yöre halkından insanlar ve dışarıdan gelenlerle birlikte burası oldukça kalabalıktı. Her yerde, müzik çalıyor ve insanlar horon oynuyorlardı. Biz de o çoşkuya kapılarak onların arasına daldık. Horon oynayan bir grup kadın, eşimi de içlerine aldılar ve o çoşkuyu birlikte paylaştılar. Gerçekten de o yöre halkı çok içten, misafirperver  ve samimi insanlardı.


Enerji tüketiminin gerçekten gelişmişliğin simgesi olduğuna inanırım. Elbette ülkenin enerjiye ihtiyacı varsa, kaynaklar bulunup değerlendirilmelidir. Ancak mevcut iktidar döneminde nedense bu güzelim, cennet gibi vadiler birer HES (Hidro Elektrik Santralı) ile yok edilmek isteniyor. Hangi aklın ve mantığın ürünüdür anlamak mümkün değil. Neyse ki Macahel'in güzel vadisi, Rize idare mahkemesinin vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararıyla kurtulmuş durumda. Ama Karadeniz'imizin muhteşem vadileri hala bu tehdit altında bulunuyor.


Karagöl'de bir süre kaldıktan sonra, Macahel'e gitmek üzere yola çıktık. Akşam saatleriydi ve bir sis bastı, yolu zar zor seçebiliyordum. Önce dikleşen sonra da, yokuş aşağıya giden bir yoldu burası. Yolun bazı yerleri iyi, bazı yerleri yol çalışmaları nedeniyle bozuktu. Macahel'e ulaşabilecekmiydik acaba derken karşıdan gelen bir aracı durdurup, Macahal'e kalan mesafeyi ve bu siste gidip gidemeyeceğimizi sordum. Aracı kullanan şahıs çok rahat bir ifadeyle 45 dakika sonra oraya varacağımızı ve sisin önemli olmadığını söyledi. O yöre insanları tabii ki böyle bir duruma alışkın, ama biz İzmir'de sis ile doğru dürüst karşılaşmayız bile. Bizim için oldukça zor olan bir yolculuktan sonra Macahel'e vardık.  
              
                                               
Gezi hazırlığım sırasında internet üzerinden, Macahel'de Tema vakfına ait bir otelin olduğunu okumuş ve nasılsa bir yer vardır diye rezervasyon bile yaptırmamıştım. Varınca bir sürprizle karşılaştık,tüm otel doluydu. Meğerse ertesi gün orada "Macahel Festivali" varmış ve bu nedenle her yer doluymuş. O saatten sonra da geri dönme şansımız da yoktu ve  oradaki görevlilerden bir çare bulmalarını istedim. Sağolsunlar, orada bulunan bir rehberin de yardımıyla, ev pansiyonculuğu yapan bir köy evinde kalacak yer bulduk ve geceyi orada geçirdik. 

 
Aile, Tema vakfının da desteğiyle, kraliçe arıcılık yapan bir aileydi. Bahçede arı kovanları vardı  ve sabah kahvaltımıza dadanan arılar eşliğinde, kahvaltımızı yaptık. O insanların arılara karşı gösterdikleri sevgiyi unutamıyorum. Örneğin, balın içine düşen arıyı sevgiyle temizliyorlar ya da serin hava nedeniyle hareket zorluğu çeken arıyı avuç içlerine alıp üfleyip ısıtıyorlar sonra arı uçup gidiyordu. Biz olsak arı sokar falan deyip bunu yapmazdık ama sanırım arılar da bu sevgiyi anlıyorlar ve sokmuyorlardı onları.

         
Burada oldukça güzel bir kestane balı üretimi yapılıyordu. Tadı biraz acımsı ama solunum yollarına çok iyi gelen bu bal aynı zamanda bir çok hastalığa da şifa oluyor. Biz oradan aldığımız balı daha sonra sadece boğazımızın tedavisi olarak kullandık. 1-2 çay kaşığı balı ağızınızda yavaş yavaş emince boğazımızdaki ağrının hemen azaldığını  hissediyorduk. Bizim için çok kıymet ifade ettiği için, ilaç niyetine, azar azar kullandık.

Macahel Gürcü'ce de, elin ayası ve beş parmağı anlamına geliyormuş. Elin ayası Hocalı köyü ve onu çevreleyen 5 diğer köy. Bunlar, Düzenli, Efeler, Kayalar, Maral ve Uğur köyleri. Burada bir başka enteresan şey de, köyün alt kısmındaki bazı evleri Gürcistan tarafında, bazısı Türkiye tarafında kalmış olması. Bölge sınırları sınırları çizilirken, o köydeki yaşayan insanlara nerede yaşamak istediklerini sormuşlar, insanların tercihi doğrultusunda  evlere göre sınır belirlenmiş. Dolayısıyla ilginç bir sınır çıkmış ortaya.


Misafir olduğumuz aileye, o gün için nereye gidebileceğimizi sorduk. Gezilebilecek 5 köy ve bir de Maral Şelalesi olduğunu söylediler. Biz  şelaleyi tercih ettik ve yolu tarif etiler, Aracımızla bir yere kadar gidecek, aracı orada park ederek yola yürüyerek devam edecektik. Yola çıktık, yollar toprak yoldu ve oldukça yavaş gidebiliyorduk. Hatta 40 km. süratle gittiğimizde hız rekoru kırıyoruz diye espri yapıyorduk aramızda. Üstelik o park yapacağımız yerin neresi olduğunu da bilmiyorduk. Öylesine yola devam ettik.

Bir yere geldik, yol kenarında bir konutun yanında park etmiş olan sadece bir araç bulunuyordu. Acaba burası mı diye tereddüt ediyordum. Ama önümdeki yolda tekerlek izleriyle yol haline gelmiş bir görüntü vardı. Olmazsa ileriden dönerim diye düşünerek yola devam ettim. 400 m sonra bu yol, adeta bir bisikletin geçebileceği yola döndü. Bir yanımız dik bir dağ, diğer yanımız uçurum ama bu uçurumda ağaçlar vardı. Aracı kaydırır da uçuruma yuvarlanırsam, en azından ağaçlara takılırım diye düşündüm. 

Geri geri gitmekten başka çare kalmamıştı. Eşime araçtan inmesini söyledim, ne olur ne olmaz onun da hayatını riske etmemeliydim. O yürüyerek, ben de  aynalardan yolu kontrol ederek geri geri gidiyordum. Aşağı yukarı, 300m. geri gelmişken, bir anlık dalgınlıkla, aracın sağ iki tekerleğini şarampole kaydırdım. Hava yağışlı, yerler ıslak ve kaygandı. Biraz daha hareket etsem aracı iyice kaydıracak, belki de şarampole yuvarlanacaktım. Aracı durdurarak dışarıya çıktım. Eşim çok tedirgindi ve yüzü gerginlikten bembeyaz olmuştu.


Resimde araçla gitmek istediğimiz yol ve heybetli ağaçlara dikkat ediniz.

O bölgede konutlar biribirinden çok uzaktı. Eşime aracın başında kalmasını söyleyerek yardım aramaya gittim. Bir konuta vardığımda temiz giysilerle bir kaç erkek bir araca binmek üzereydiler, kendilerine durumu anlatıp yardım talebinde bulundum. Günlerden Cuma günüydü ve camiye gideceklerini söylediler. Bana da namazdan sonra olur mu diye sordular. Ben de "Valla sabaha karşı da deseniz olur, başka çaremiz yok" dedim. O sırada yaşlı bir teyze konuşmalarımızı dinliyordu, sanırım ailenin büyüğü bir kadındı. Erkeklere "Yardım etmeye gidin, bu namaz kılmaktan daha sevap" dedi. Böylece evin erkekleriyle, onların aracına binerek, aracımızın yanına geldik. Ben arabaya binip, direksiyona geçtim. Onlar arabaya yüklendiler ve ileri manevra ile aracı kurtardık.
   
Bu yardımsever arkadaşlar, şelaleye gidip gitmeyeceğimizi sordular. Ben gideceğimizi söyledim ama o anda eşimin bir an önce oradan kurtulmaktan başka bir şey istemediğine adım kadar emindim. Yaklaşık 1,5-2 km. lik bir yürüyüşten sonra şelaleye vardık. Orası da mükemmel bir doğa harikasıydı. Orada bir süre dinlenip, etrafın güzel görüntülerini izleyip, fotoğraf çekip geri döndük.

Köye varınca, evinde kaldığımız köylüler ile vedalaşıp, Hopa'ya gittik. Burada bir otele yerleştik. Bir kaç gündür, şartlar gereği banyo yapamayan eşimin odadaki jakuzili banyoda banyo yaptıktan sonra "yaşasın medeniyet" diye bağırışını unutamam. Bu gezinin bitiminden sonra bu tür bir geziye katılmayacağını ilan etti. Tabii ki herkesin seyahat tercihleri elbette farklı oluyor.

Şimdi yolumuz Batum'a..


DİKKAT

1-Bölgeye giderken yanınıza mutlaka hangi mevsimde de olsa ,yağmura uygun giyecek alınız
 
2-Kullanacağınız aracın, arazi aracı olmasını tercih ediniz. Normal araçlarla da geziyi yapabilirsiniz ama riski göze almak gerek.

3-Ne kadarını taşıyabiliyorsanız o kadar çok bal alınız, memnun kalacaksınız.

4-Bizim gibi sürprizle karşılaşmak istemiyorsanız, kalma konusunda rezervasyonunuzu yaptırınız. Ama Hocalı köyünde ev pansiyonculuğu da gelişmiş, sokakta kalmazsınız.


Rize - Ayder Yaylası yazımı okumak için tıklayınız..


 İYİ SEYAHATLER

  

BAKÜ

              " İKİ DEVLET, BİR MİLLET " DİYEN HAYDAR ALİYEV'İN AZERBAYCAN'I

                BAKÜ



        Sevgili dostum Murat Sıvacı ve sevgili eşi Venera'nın davetlisi olarak, eşimle birlikte 2012 Kasım ayında, Bakü'ye gittik. Burada geçirdiğimiz 5 günü ve kenti sizlerle paylaşmak istiyorum.

         Azerbaycan Havayollarıyla, İzmir-İstanbul-Bakü güzergahını takiben Bakü'ye vardık. Pasaport kontrolunda form dolduruluyormuş ve vize alınıyormuş. Biz form doldurmadan çıktık kontroldan ama dönüşte başımıza bir iş gelmesin diye, ısrarla form istedim ama meğerse yeşil pasaportta böyle bir uygulama yokmuş. Yani Türk'lere havaalanında vize veriyorlar ve yeşil pasaport vizeden muaf.

       Dışarı çıkınca arkadaşlarımız bizi karşıladı, araçlarına binerek Bakü merkeze doğru yola çıktık. Yol boyunca yolun iki tarafı da duvarla örülüydü. Merakla arkadaşıma sordum. Burası protokol yoluymuş, sanırım duvar arkasındaki yaşamı gizlemek üzere yapılmış. Daha sonraki günlerde Atbulak yönüne giderken de aynı duvarların örülmeye devam ettiğine şahit oldum. Duvarlar burada çıkan özel sarımsı bir taştan örülüyor.

   

   Bakü'de ilk ziyaretimizi Türk şehitliğine yaptık. Türk şehitliğinin hemen yanında Azeri şehitliği de bulunmakta, şehre hakim bir tepeye konuşlanmış Hıyabani bölgesinde. Burada 1918 yılında Azerbaycan'ın bağımsızlık mücadelesi sırasında şehit olan Türk askerleri için yapılmış bir anıt var. Azeri şehitliği de Ermeni ve Ruslar!la yapılan savaşlarda şehir olan askerlere için yapılmış bir anıt mezar.




         Şehitliğin karşısında yeni yapılış olan "alev kuleleri" olarak adlandırılan yapı ve çaprazında da parlamento binası var. Alev kuleleri, üç alev şeklindeki binadan oluşuyor ve gece ışıklandırma ile alev görüntüsü oluşturuyor. Çok hoş ve ilginç bir dizayn, bazen de alevler yerini Azeri bayrağı sallayan bir askere bırakıyor.






       Bakü merkez olarak çok güzel bir şehir. Binalar özellikle geceleri yapılan aydınlatmalarla çok hoş ve güzel görünüyor. Ama aynı şeyleri Bakü dışarısı için söylemek mümkün değil. Zenginlik-Yoksulluk işte bu tezat çok açık bir şekilde görülebiliyor Azerbaycan'da.








        Bildiğiniz gibi Bakü bir petrol bölgesi. Neredeyse evlerin bahçelerinde bile petrol kuyuları mevcut. Bizde bahçelerde su tulumbası vardır ya onlar gibi, daldır boruyu başla petrol çekmeye. Bütün kuyular bir boruyla birleştirilmiş,sanırım doğruca birilerinin cebine doğru akmakta. Ama giderek Bakü'deki petrol rezervleri azalmaya başlamış ve Hazar Denizi içinde petrol arama için, platformları imal etmeye başlamışlar.   Arkadaşımın söylediğine göre, bu kuyulardan günde 30-40 bin dolarlık petrol üretimi yapılıyormuş. Bunlardan birini bana hediye etti  ama bize henüz dönen birşey yok.)). Doğal olarak petrol ürünleri de oldukça ucuz burada.

           Arkadaşımla Atbulak tarafından gelirken yolda  sazan ve yayın balığı satanlardan bir yayın balığı aldık. O akşam bu lezzetli yayın balığını rakı eşliğinde mideye indirdik. Hazar'da yaşayan Mersin balığından üretilen ve dünyanın en pahalı ve kaliteli havyarı da burada oldukça revaçta olan bir ürün. Aynı şekilde Kazakistan'ın Hazar kıyısında bulunan Atyrau şehrinde bulunduğum zaman, orada da bu ürün oldukça kıymetli ve pahalı bir üründü. Bunu daha sonra Kazakistan'ı anlatırken yazacağım.
     
          Bakü metrosu  yaklaşık 35 km lik bir metro uzunluğunda ve oldukça yoğun insan trafiğine sahip. Eski Sovyet döneminden inşa edilmiş, sistemin ileri görüşlülüğü ortada. Biz ancak kavramışız metro ya da toplu taşım işini onlar yıllar önce çözmüş.


         Bakü'nün ortasında , "İçeri Şehir "ya da "İç Kale " adıyla anılan bir kale var ve bu kale değişik dönemlerde faklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Kale içinde çok sayıda tarihi yapı var ve bunlardan en önemlisi, Şirvahşahlar Sarayı. Saray 15. yüzyılda Arap hakimiyeti döneminde yapılmış. Taş mimarisinin güzel örneklerinden biri olan  bu saray,  mescid, hamam, türbeden oluşan bir kompleks.



         Sultan Keykubat döneminden kalma deviş türbesi ve medrese, Ermeniler tarafından 1300 lerde yakılıp yıkılmış. Ayrıca, güzel bir yapı olarak Cuma Mescidini de saymak mümkün burada. Tabii ki bir turistik merkez olan bu iç şehirde, turistik eşya satan dükkanlar da oldukça fazla.


         Bakü ile özdeşleşmiş en güzel örneklerden birisi de Kız Kulesi. Orada bulunduğumuz sırada restorasyon çalışmaları vardı. Yine de içine girdik, yanılış hatırlamıyorsam 8 katlı bir yapı, her katında odalar var ve bu odalarda değişik dönemlere ait otantik giysiler var ve müzeye dönüştürülmüş. Terasından, Bakü panaromik olarak oldukça güzel görülüyor. Eğer Bakü'ye giderseniz mutlaka bu tersata bulunmanız gerekir. Kız kulesi önünde, küçük bir arkeoloji müzesi de var.



        Bakü'de Eurovizyon şarkı yarışmasının yapıldığı muhteşem yapıyı da görmek gerekiyor. Geceleri ışıklı gösterisine devam ediyor. Yakınında bulunan ve Guiness rekorlarına girmiş dev Azerbaycan bayrağı da dikkati çekiyor. 70m x50m büyüklüğünde bu bayrak. Azeriler bu bayrakla çok övünüyorlar.







        Bakü'ye gelip te minyatür kitap müzesini görmemek olmaz. Zarife adındaki bir hanımın oluşturduğu bir müze burası . Müzede binlerce minyatür kitapçık bulunmakta. Minyatür Kuran ve Atatürk'ümüzün minyatür Nutku'nu da görmek mümkün bu müzde.






         Kentin merkezi geceleri cıvıl cıvıl, gençler kendilerini oralara atmışlar. İstanbul İstiklal caddesi benzeri, Torgovaya caddesi boyunca süslü ve güzel bir mimarlık örneği olan taş yapılar dikkati çekiyor. Geceleri de güzel aydınlatma örnekleriyle daha da muhteşem görünüyorlar. Burada çok miktarda resturantlar, kafeler ve giyim mağazaları bulunuyor. Burada bulunan ünlü Türk markaları yanında dünyaca ünlü giyim markalarının da çok miktarda olduğunu söyleyebiliriz. Edindiğimi bilgilere göre rakamlar oldukça uçuk, ama demek ki satın alanlar var ki bu mağazalar çalışmaya devam ediyorlar.



         Yine farklı ülkelerin mutfaklarından örnekleri buradaki restaurantlarda tadmak mümkün. Gittiğimiz bir Gürcü restoranında içtiğimiz ev yapımı Gürcü şarabı ve Haçipuri harikaydı.








         Bakü'de önemli bir turistik yapı da, Ateşgah. Burası ateşe tapanların Hindistan'dan gelerek kurdukları bir tapınak. Yerden kaya gazı çıkıyor ve sürekli yanıyor, bizdeki Olimpos gibi. Burası da bir müzeye dönüştürülmüş.

          Burada yaşayan Azeri vatandaşlarının büyük çoğunluğu müslüman ve daha çok Şii ve Caferi. Ortodoks ve küçük miktarda da yahudi nüfus ta var.

   
         Bakü'de oldukça popüler olan bir diğer konu da, sağlık turizmi. Buraya özellikle termal tedavi amacıyla gelenler de çok fazla. Orada tanıştığımız Ordu'lu bir bayan, anlatımına göre orada aldığı tedavi sonucunda yeniden doğmuş gibi hissetmiş kendini. Burada 2-3 haftalık kür tedavisi uyguluyorlar, özellikle eklem, sinir, bağırsak sistemi ve genital rahatsızlıklara oldukça faydalı bir tedavi oluyormuş. Ben de belimdeki fıtıkın tedavisi için oraya gitmeyi düşündüm ama Türkiye'ye dönünce ameliyat oldum ve doğal olarak orası gündemimden çıkmış oldu.

          Burada dil konusunda herhangi bir sıkıntı çekilmiyor. Azerilerle Türkçe gayet kolay anlaşabilirsiniz. Ama Azerice ilginç bir dil geldi bize, bazı reklamlar bizi tebessüm ettirdi. Örneğin,devlet memurluğu sınavına hazırlık yapan bir dersane önünde şu yazıyordu. " Dövlet kulluğu imtihanı ". Buna benzer çok miktarda size de ilginç gelebilecek yazılar okuyabilirsiniz Bakü'de




          Bakü'nün, Hazar sahili oldukça uzun ve güzel. Burada zekli bir yürüyüş yapabilirsiniz. Çok güzel parklar oluşturmuşlar.  Venedik'ten esinlendikleri gondollarla gezebileceğiniz bir havuzu da ihmal etmemişler. Geceleri ışık gösterileri gerçekten görülmeye değer.

 





           Haydar Aliyev'in posterleri kentin çeşitli noktalarında konuşlandırılmış durumda. Hemen birçok köşeyi dönüşte bu posterlerle karşılaşıyorsunuz.

           Arkadaşlarımız bizi Bakü Galatasaraylılar derneğine götürdüler. Burada, Türkler ve Azerilerin birlikte oluşturdukları müzik çalışmasını da izledik. Çok keyifli saatlerdi, Azeri ve Türk müziğinin güzel eserlerini seslendirdiler. Bu çalışmaları sonunda özel günlerde konser veriyormuş bu gurup.


                                                                DİKKAT

           1- Azerbaycan, Türk vatandaşlarına havaalanında vize veriyor. yeşil pasaporta vize gerekmiyor.
           2- İşe gidiş ve iş dönüşü saatlerinde trafik oldukça sıkışık, uçağa yetişmek için yola erken çıkmalısınız bu saatlerde.
           3- Bakü pahalı bir şehir, Avrupayı aratmıyor bu konuda. Alışveriş ve yiyecek oldukça pahalı.
           4- Azerilerin, Türk'lere yaklaşımı oldukça dostça

            İyi seyahatlar







KOSOVA

           KÖKLERE SEYAHAT

            Biz köken olarak Kosova'lıyız. Dedem 1925 yılında yaşadığı Ferizaj'e bağlı Nerodime köyünden küçük yaştaki çocuklarını toplayıp Türkiye'ye göç etmiş. Dedemi hiç tanımadım, babaannemi de ben küçük yaştayken kaybettik. O yüzden geçmiş ile ilgili bilgileri , orada doğan ama 3 yaşında Türkiye'ye gelen rahmetli babamdan duyduklarım kadarını biliyordum.


            Kosova'ya birkaç kez gittim. İlk gidişimde , ailemle birlikte, aracımızla, Kapıkule, Sofya, Üsküp, Prizren yolunu takiben Kosova'ya varmıştık. Makedonya sınırından, Kosova'ya geçtikten sonra iki yol var, birisi Prishtina tarafına diğeri is Prizren tarafına doğru giden. Akrabalarımız Prizren'de olduğu için bu yolu tercih ettik. Orada olduğumuz gün Ramazan bayramının ilk günü ve çok güzel bir sonbahar günüydü. O dar ve kıvrimlı yoldan Prizren'e doğru ilerlerken, Balkanlar'ın o güzel dağlarında sarı, yeşil, bakır rengi, kahvenin tonlarıyla çok güzel manzaralara şahit olduk.

            Bir yerde durup manzara izlerken , küçük oğlum Deniz'in " Oh be memlekete geldik" diye bağırışını unutamam. Ben bile Türkiye'de dünyaya geldim ama çocuklarımın Kosova sevgisi nedense çok fazla.

            Yolda ilerlerken çocuklar "Baba dur burada bir UÇK anıtı var "dediler, arabayı durdurdum. Aşağıya indik, Sırp saldırısına karşı anıtı bekleyen BM görevlisi iki Türk polis ile karşılaştık. Bulundukları vadiden telefonları çekmediği için henüz aileleri ile bile bayramlaşamamışlardı. Biz de ilk onlarla bayramlaştık. Görevleri bitmek üzereydi ve iki yeni başka ülke vatandaşı, görevli ile nöbet değişimi yaparak bizi Sırp köyü olan Strepçe'ye davet ettiler. Daha o dönemde Kosova belirsizliğini koruyordu ve her an Sırp saldırıları başlayabilirdi. Strepçe köyüne gittik bir kafede oturup Türk kahvesi istedik. Belinde silahlarıyla iki güvenlikçi vardı yanımızda..!!! Polislerimiz bize bu köyde oturan Sırplar'ın, yakındaki müslüman Arnavut Gotovushe köyünden 100 kişiyi öldürdüklerini anlattılar. O sırada oğlum Doruk, yoldan geçen dikkatle bizi izleyenleri göstererek, " Baba bunların hepsi  katil değil mi? " diye soruşu, ne zaman o yöreyi düşünsem aklıma gelir.

              Kahvelerimizi içip yola çıkmak istedik , Türk polisler bizi yemeğe götürmek istediler, ancak götürdükleri restaurant bayram nedeniyle kapalıyımış. Ayrılırken sanki 40 yıllık dostlarından ayrılıyorlarmış gibi yüreklerimiz karşılıklı  burkuldu. Onlara Manisa'dan getirdiğimiz Manisa Mesir Lokumu hediye ettik. Vedalaşarak ayrıldık.

              Prizren'e varınca ilk olarak Türk köyü olan Mamuşa köyüne gittik . Burada bir BM görevlisi Türk birliği vardı. Onlara bayram ziyaretinde bulunduk ve Manisa Mesir lokumu hediye ettik kendilerine. Onlar da bize ikramda bulundular daha sonra karavana yemeğe davet ettiler. Zevkle tekliflerini kabul ettik ve güzel bir sohbetten sonra oradan ayrıldık.

              Korisha köyünde yaşadıklarını bildiğimiz ama daha önce hiç tanışmadığımız akrabalarla tanışmaya gelmişti sıra. Köye girdik, daha önce yeğenimin ziyaretinde çektiği fotoğraflardan bildiğimiz işlemeli bir kapının önünde durduk. Dışarı çıkan bayana kendimizi tanıtmak istedik ama hiçbirimiz Arnavutça bilmiyorduk. Türkçe, İngilizce birşeyler söylemek isterken, o hanım Türkçe konuşmaya başladı ve çok şaşırdık. Daha sonra " Türkçe'yi nereden biliyorsunuz? " diye sorduğumuzda "Ben Prizren'liyim" dedi. Prizrende çoğunluk Türkçe konuşuyor. Bu nedenle, Prizren'liyim demek Türkçe bilirim demek oluyordu. Burada dil konusunda hiç bir sıkıntı çekmezsiniz. Bir çok Türkçe tabela da görebilirsiniz şaşırmayın.

              Bu hanımın adının Vezire olduğunu ve babaannemin, kardeşinin gelini olduğunu öğrendik. Bizi yine akrabalardan Davut'un evine götürdü ve bu aile bizi çok sıcak karşıladı. Vezire teyzenin tercümanlığıyla anlaşırken evin küçük kızı, 8-10 yaşlarındaydı o zaman, Besa "I am speaking English" diye Deniz'in önüne dikildi. Oh dedik kendimizi daha iyi ifade edebileceğimiz için. Ablası Marigona da İngilizceyi güzel biliyordu. Orada bulunduğumuz sürece onların tercümanlığı bizi çok rahatlatmıştı.

             Yugoslavya'nın bölünmesi döneminde çok büyük acılar yaşadı Kosova. Müslüman Arnavutların, Türk'lerin köyleri, evleri, camiileri Sırp'larca yakılıp yıkılmıştı.  Korisha köyü de bu saldırılardan nasibini almış, Sırplar, köyden çok sayıda insanı da katletmiş, evleri yakıp yıkmış. .Bunları anlatıyor bize oradaki akrabalarımızdan Davut. kendisi de bir UÇK'lı olarak onlarla yapılan mücadelede yerini almış. Sırp saldırıları sırasında yanlarına biraz eşya alarak, Arnavutluk'a kaçmış yaşlılar, kadınlar, çocuklar. Nato müdahalesiyle sağlanan güvenliğin ardından köye dönüş yapmışlar. Yakılan yıkılan evlerin yerinde şimdi daha güzel ve modern evler yerini almış. Kosova'ya ilk gidişimde köylerde ilk yapılanın, yeni camiler olması dikkatimi çekmişti.

             Babamın doğduğu köy olan Nerodime köyüne, yanımıza Davut'un bir arkadaşı olan Süleyman'ı alarak gittik.Süleyman bir Türk ve bize tercümanlık yapmıştı. Sora sora en sonunda babamın doğduğu evin kalıntılarını ve bize ait olan genişçe bir araziyi bulduk. Türkiye'ye dönerken babama köyünün çeşmesinden su, doğduğu evin kalıntılarından da bir parça hediye olarak getirdik
     

              PRİZREN



              Prizren, camileri, hamamları, tekkeleri, eski çarşısı, içinden geçen nehrin üzerine yapılmış taş köprüsüyle, tipik bir Osmanlı kenti. Bilindiği gibi, Kosova 1.Murat tarafından fethedilmiş . Tarihsel gelişimi için Bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Prizren


              Çok uzun yıllar Osmanlının yönetiminde kalması nedeniyle olsa gerek orada o hava hakim. Prizren'in merkezi Şadırvan Meydanı. Burada sürekli suyu akan bir şadırvan , bir meydan ve meydanı çevreleyen kafelerden oluşuyor. Kentin gençleri ve dışarıdan gelen turistler burada dinlenip eğleniyorlar.

              Şadırvandan taş köprüye ilerlerken solda Sinan Paşa Camisi. Cami bir süre restorasyon gördü, şimdi daha görkemli oldu. Yaz kış içinden su akan nehrin üzerindeki kemerli taş köprü de Prizren'in sembolü niteliğinde. Taş köprüyü geçtiğinizde sadece bir minare göreceksiniz,camisi yok. Karşısında da Osmanlı'dan kalmış bir hamam .

       
     İlerlediğinizde eski çarşıya giriyorsunuz, burada çeşitli ürün satan dükkanlar var. En ilginci geleneksel kına gece ve düğün kıyafetleri satan dükkanlar. Size yöresel  bir kına gecesi ve düğünü de anlatacağım aşağıda. Çarşının dar sokakları arasında bir Melami tekkesi bulunuyor.

               Yine şadırvana yakın mesafede Saint George Kilisesi, burası iç savaş sırasında yakılmış ancak daha sonra restore edilmiş bir kilise.

               Osmanlı'nın 1455 te Prizren'e girmelerini takiben yaptırılan ve ilk Osmanlı mimari örneği olan, Namazgah'ta görülmesi gereken yerlerden.


                Namazgahın karşısında bulunan otobüs terminalinden , Kosova'nın her şehrine ucuz bir şekilde ulaşmak mümkün. Tiran ve Üsküp gibi komşu ülkelerin kentlerine de bu terminalden ulaşabilirsiniz.


                Kosova'da gezerken dikkatimi en çok çeken şeylerden birisi, Amerika hayranlığı, her tarafta Ameriken bayrağını bolca görebilirsiniz.



                Kosova, fakir bir ülke ve işsizlik diz boyu. Doğru dürüst bir fabrikası yok, insanlar kısmen esnaflıktan, kısmen topraktan, kısmen de yeni yeni başlayan inşa sürecinde, inşaat işlerinden geçimlerini sağlıyorlar. Özellikle Almanya bazı yatırımlar yapıyor ve insanların gelirleri bir ölçüde artıyor.


                Şehirlerarası yolda ilerlerken Kosova'nın, Avrupa'nın araç çöplüğüne de döndüğüne şahit olacaksınız. Avrupalı bu hurdalarını kendi memleketinde koyacak yer bulamayınca, Kosova onların çöplüğü haline gelmiş.

 



                NE YENİR?  NE İÇİLİR?

                Genelde Kosova'nın köfteleri meşhur yiyecek olarak, kapısında "Qebaptore" yazan köftecilere girdiğinizde size kaç tane köfte istiyorsunuz diye soruyorlar, bizdeki porsiyon usulü orada yok. İstediğiniz kadar sipariş edip, o lezzetli köftenin tadına varıyorsunuz. Tabii ki sadece köfte değil, lezzetli etlerden yapılan ızgaralar da bir harika. Her türlü yiyeceği bulabileceğiniz, içinize sinerek yiyebileceğiniz bir yer Kosova. Yurtdışına yaptığım gezilerde beni en çok düşündüren yemek olmuştur hep. Bir yere oturuyorsunuz, önünüze bir menü getiriyorlar, bakıyorsunuz içinde bilmem ne sosu var. Bu sos acımıdır, tatlımıdır, ekşimidir eğer bilmiyorsanız alın size sürpriz bir yemek. Ama burada öyle bir sıkıntı kesinlikle yok.

     
      Kosova'ya gidipte böreğinin tadına bakmadan dönmenizi kesinlikle tavsiye etmem. Kıymalısı, peynirlisi, patateslisi var ama ben en çok kıymalı olanını beğendim. Herkesin farklı tercihleri tabii ki olabilir. Üstelik Kosova'daki herşeyde olduğu gibi, yiyecekler de çok ucuz.  Her ülkede böyle ucuz zamanlar oluyor, ama bir süre sonra , gelişimleriyle ilintili olarak fiyatlar çok artıyor. En güzel örnek eski doğu bloku ülkeleri, değişim süreci başlangıcında fiyatlar çok ucuzdu ama şimdi Avrupayı geçti. Eğer Kosova'ya gitme planınız varsa elinizi çabuk tutun, çünkü Kosova hızlı bir gelişim içinde.






          Bu lezzetli yiyeceklerden sonra bir kafede Machiato kahvesi   ve Trileçe'nin tadını mutlaka denemelisiniz. Ben Trileçenin adını baya zor öğrendim, akraba çocuklarına "Ya sizin burada bir tatlı varmış adı kraliçemiymiş neymiş" değimde bana çok gülmüşlerdi. İşte o Trileçe ve Machiato olmazsa olmaz ikili. Trileçe, çok hafif, sütlü bir tatlı ve  üç kattan oluşuyor ve adını da buradan alıyor . En altta bisküvi , ortada beyaz bir muhallebi üstte karamelden oluşuyor. Sinan Paşa camisi karşısında bulunan kafede, bu kahve ile trileçenin tadına bakmayı tavsiye ederim.

              Eğer memleket hasreti deyip te canınız Türk çayı içmek isterse, Sinan Paşa Camisinin yanındaki hafif rampa yola dönünce sağda küçük bir kahve var sahibi Sabri benden de selam söyleyin. Orada çaylarını fiyatı içtiğiniz bardak sayısına göre, içtikçe ucuzluyor, böyle bir ilginç uygulaması var Sabri'nin.
       
         
            Kosova Türk'lere vize uygulamıyor ama havaalınında veya sınırda, her yerde olduğu gibi gıcık ve işgüzar bir görevliye denk gelirsenin şecerenizi dahi sorabilir.

             KOSOVA'DA BİR DÜĞÜN

             Akrabalarımızdan, Davut Ahmetaj'ın kızı Marigona'nın düğününe davet edildik. Beni bir amca olarak orada görmekten çok mutlu olacaklarını söylediklerinde, hemen kabul ettim . Eşim ve  kızkardeşim  birlikte Türkiye'den Prizren-Korisha köyünde yaşayan bu akrabalarımıza gittik. Bizi sevinçle karşıladılar. Türk misafirperliği nasıl ise öyle bir misafirperverlik gösterdiler. Onlar her zaman için benim Kosova'daki ailem olarak kalacaklar.

            Gündüz kıza getirilen çeyizler sergileniyor. Bizde genel olarak çeyiz,daha çok ev eşyası ve elde hazırlanan eşyalarrdan oluşur . Ama orada hem kız tarafı, hem erkek tarafının hazırladığı çeyizlerin çoğu giysi, ayakkabı ve de hepsi abiye. Köyde bunu nerede giyecek gelinler diye hep merak ettim doğrusu. Ama daha sonra yeni gelinlerin, misafir karşılama, başka birinin kına gecesi, düğünü gibi yerlerde, bu kıyafetlerini sıkça değiştirdiklerini gördüm. Demek o yüzden bu kadar kıyafete ihtiyaç varmış.

             Kına gecesi kız evinde yapılıyor bizde olduğu gibi. Misafir kadınlar güzel ve yeni evlenmiş gelinler de geleneksel giysilerle katılıyorlar geceye. Kına gecesi yemekli oluyor ve çok yakın erkekler dışında erkek gelmiyor geceye. Geceye katılan kadınların gece boyunca sürekli kıyafet değiştirmesi bana ilginç geldi. Tabii ki gelin adayı ve yeni gelinler de sıkça giysi değiştirdiler. Gece boyunca eğlenip sürekli halay çekiyorlar, geleneksel müzik eşliğinde. Bizdeki gibi tek kişilik oyun yok ama biz de oyunlarına katılınca ,bizim için öyle de oynadılar.






             Kadınlarda kıyafetlerin bu kadar önemli olmasına karşın, erkeklerin kıyafet konusundaki yaklaşımı şaşırtıcı. Hem gelin tarafı, hem de kız almaya gelen damat tarafı erkekleri , kıyafet konusunda hiç te özenli değiller. Günlük giysileri ile katılıyorlar bu serenomiye.

             Ertesi gün kız almaya belki de damat tarafı köyü, olduğu gibi geldi. Tam bir serenomi havası hakimdi, önde bir Arnavutluk bayrağı, arkasında imam ve onunla birlikte nikah memuru, onların arkasında da, oraya özgü zurnası ile 2 zurnacı,  arkalarında da damat tarafı erkekleri geliyor. Biz, gelen misafir erkekleri evin dışında bir yerde karşıladık. Onlara ikramlar yapıldı sohbet edildi. Ben Mehdi Seidju'nun tercümanlığıyla olaylara ortak oldum.


             Bu kez gelinlik giymiş olan gelini, erkek tarafından gelen bayanlar alarak arabaya bindirdiler. Ağzına bir para koydular ve arabanın arkasına aldılar, köyü çıkana kadar arka koltukta oturmadan dikilmek zorundaymış. Sebep te ailesinin bereketini kaçırmamak.

             Burada kız evi oğlan evinde yapılan düğüne gitmiyor. Düğünü oğlan evi kendi arasında yapıyor. Biz de bu geleneğe uyarak, damadın ısrarına rağmen gitmedik. Damadın evinde, maddi güce göre, günlerce sürebiliyor eğlence.





             Düğünün ertesi günü kız evinden, oğlan evine ziyarete gidiyor gençler. Biz de misafir olarak oraya gittik. Orada düğün hala devam ediyordu. Bizi karşıladılar, ikramlarda bulundular , şansımıza damat Salajdin Türkçe bilen bir gençti ve anlaşmamız kolaylaştı.    

                                                                   

                                                                           

                                                Gelinler Türkiye'den gelen misafirleriyle


      ATA TOPRAKLARINDA

            Bu düğünde dedemin yaşadığı o Kashtanyeva köyünün hala var olduğunu , Mehdi Seidju'dan öğrendim. Dönüşte Ferizai'a uğrayıp onunla birlikte köye hareket ettik . Zaman oldukça ilerlemişti ve yollar da çok kötü bir durumdaydı arabayla ilerleme şansımız kalmamıştı. Bir daha özellikle buraya gelmeyi ve orada yaşayan belki de akraba olduğum kişileri bulmayı o gün aklıma koymuştum.

             Bu nedenle 3 ay sonra tekrar Kosova'ya geldim. Prishtina havaalanından, Ferizai'ye bir taksi ile ulaştım. O gece orada geceledim. Ertesi gün Mehdi, Davut ve ben , Mehdi'nin arazi aracıyla , ata topraklarına doğru yola koyulduk. Önce asfalt, sonra toprak, daha sonra da patika gibi bir yoldan ilerleyerek Kashtanyeva'ya vardık.

            Tamamen hayal kırıklığına uğramıştım, çünkü karşımızda sadece yıkık dökük evler, yine aynı durumda bir okul ve camii vardı. Orada yaşayan tek bir kişi bile kalmamıştı.

            Köyün bir mezarlığı vardı, ama mezarlar üzerinde isimlerin yazılı olduğu birşey yoktu, sadece mezar başlarına bir tane taş dikilmiş durumdadaydı. Atalarım burada yatıyorlardı ama hangi mezarda kim , onu bilmem mümkün olmadı. Hayal kırıklığı içinde geriye döndüm.

            Not: Konuyla ilgili "Köklere Seyahat" amatör çekimimi izlemek isteyenler , sağ taraftaki videoların arasından izleyebilirler.


             PRİSHTİNA


     
     Prishtina bildiğiniz gibi Kosova'nın başkenti ve en büyük şehri.  Tek havaalanı Adem Berisha adını taşıyor ve İstanbulda 1,5 saatlik bir uçuşla ulaşılıyor. Eğer Kosova'da birkaç gün geçirecekseniz, buradan bir araç kiralamakta fayda var. Şehre ulaşım taksi ile ve yabancı görürlerse biraz fiyatı yukarıda tutuyorlar. Araç günlük kiraları 30-35 Euro'dan başlıyor, yüksek performanslı arabalar için fiyat gittikçe pahalanıyor.

            Kosova genelde ucuz bir ülke , Prishtina'da da elbette bu ucuzluk var. Yiyecekler konusunu Prizren bölümünde anlatmıştım. Ama buradan aldığımız Long'un (Biberli lor) tadinı da unutmak mümkün değil.

            Burada en önemli tarihi yer, 1. Murat'ın  (Hüdavendigar) türbesi. Bildiğiniz gibi 1. Murat, 1. Kosova savaşı sonunda harp sahasını gezerken ,Miloş isimli bir sırp'ın saldırısıyla hayatını kaybetmiş ve  iç organları gömülmüş ve bir türbe inşa edilmiş.Cesedi ise Bursa'ya götürülmüş ve orada kendi adını taşıyan türbeye defnedilmiştir.
         Daha fazla bilgi için bknz: http://tr.wikipedia.org/wiki/Pri%C5%9Ftine







   

        Prishtina'da da, Prizren gibi
çok sayıda Osmanlı eseri bulunmaktadır.Murat Hüdavendigar Camii, Yaşar Paşa camii, Fatih Sultan Mehmet Han Camii gibi eserler en önemlilerinden.

              Kosova Müzesi, Etnoğrafya Müzesi, Saat Kulesi, Skanderbeg Anıtı, Mother Teresa  Milli Kütüphane, Yenidoğan Anıtı gibi yerler de görülmeye değer yerlerdir.





             Prishtina, Üsküp'e sadece 80 km mesafede bu nedenle, hangisine gelirseniz mutlaka diğerini de ziyaret etmenizi öneririm.

             Kosova'da oteller de ucuz genel olarak, ama yıldız sayısına göre pahalı otelleri de mevcut.
                                                   
                                                                           
                       





DİĞER ŞEHİRLER

             Prizren'den çok uzakta olmayan Yakova ve İpek şehirleri ile Ferizaj, Suvareka da Önemli şehirlerinden. Yakova'da büyükçe bir tekke bulunuyor, duyumlarıma göre burası Bekteşiliğin merkezi olan bir şehirmiş. Orada bulunduğum sırada kapalı olduğundan bu tekkeyi gezip bilgilenemedim. İpek te şirin bir kent , gezilip görülebilecek bir yer. Ferizaj'da da bazı tarihi yerler mevcut.


                                          Ferizaj  
                                         

                                                                 

Ferizaj'ın ünlü istasyonu
                                                                             İpek



                            DİKKAT:
     
            1- Kosova Türk Vatandaşlarına vize uygulamıyor. Ama geliş nedeniniz, kalacağınız yer v.s sorulabilir.
     
            2- Alışverişlerde Euro kullanılıyor.

            3- Barınma, ulaşım ve beslenme oldukça ucuz.

            4- Güvenlik sorunu yok.

            5- Birçok yerde Türkçe konuşan insanlar bulabilirsiniz.

                İyi seyahatlar..